12 Ocak 2011 Çarşamba

Helikopter değil, asıl düşen reklamcılık...














Bu sabah internetten gazete okurken gördüm yandaki sayfayı...

Bir yanda Ankara'da düşen eğitim helikopterinde şehit olan 5 subayımıza ağıt, öte yanda Cirque Du Soleil reklamı.

"Hayat bu" diyebilirsiniz. Hayatın acı ve tatlı yanları vardır şüphesiz. Hatta bunlar zaman zaman yan yana da gelebilir. Ancak mesele markalar ve yönetim konusuyla ilgili olduğunda, daha kontrollü bakmak ve yaşamak gereklidir.

İnsan duygusal bir varlıktır ve kararlarını duygularıyla yönetir. En önemli özelliklerinden biri de vicdanıdır. En vicdansız insanın bile vicdanı sıfır değildir. Vicdanı rahatsız olan insan kolay karar alamaz.

İletişimin bilinen teorilerinden birinin; AIDA'nın (Attention - Interest - Desire - Action) adıyla konuşalım. Yukarıdaki sayfayı okuyan kaç kişide, markaya karşı ilgi, arzu oluşur ve ardından da eyleme geçer; ben pek emin değilim açıkçası. Reklamda "mood" sadece marka davranışı olarak değil, mecra davranışı olarak da etkilidir. Yukarıdaki mecra ortamının insan üstünde yarattığı psikoloji ile, reklamın vaadi sizce doğru yerde ve zamanda buluşuyor mu?

Çok değerli dostum Psikiyatr Dr. Cem Mumcu'nun bir tespiti vardır. "Toplumsal ritüelleri bilmeyen adamı Afrika'da kabile şefi yapmazlar" der Cem. Reklamcılığın her disiplinindeki yöneticilerin cenazede kıkırdanmayacağını bilmesi gerekmez mi?

Dolayısıyla reklamcılık "ilanı tasarladım, medya planına onay aldım; işim bitti" işi olamaz. Şu an kimsenin umurunda bile olmayan "süreç yönetimi" reklam yönetiminin temelini oluşturur. Bu sürecin her aşamasında düşünerek hareket etmek gerekir.

Bugün reklamcılığın içine düştüğü çukur "düşünmeden davranma sendromu"dur. İşi düşünmeye dayanan bir zanaat için de ne kadar acı bir durumdur bu. Teknoloji sayesinde her şeyi kontrol altına alabildiğini iddia eden interaktif reklamcılık bile bu çukura kolaylıkla düşebiliyorsa, söylenecek çok söz kalmamıştır.

Hiç yorum yok: