17 Mart 2009 Salı

Yeni Kitabım "Mücadele eden herkes için STRATEJİ"

"Mücadele eden herkes için STRATEJİ" adlı kitabımda, Çinli General Sun Tzu'nun "Savaş Sanatı" ve İtalyan düşünür Makyavel'in "Hükümdar"ının ışığında, savaşlardan, imparatorlara, iş ve siyaset dünyasından futbola kadar pek çok örnekle, hayat cangılında savaşan herkese yol gösterecek stratejik ögeleri güncel bir bakış açışıyla bir araya getirmeye çalıştım.

Gerçek şu ki, hoşumuza gitse de gitmese de, hayatta kalmak için strateji felsefesini bilmek zorundayız.

Ustalık işim: TÜRK HAVA YOLLARI Global İletişim Stratejisi (2007-2009)


2006 yılında ilk brifi aldığımda, Türk Hava Yolları vizyonunu bir Global Network olmak yönünde belirlemişti. Yıllardır hayalini kurduğum bir marka için Art Grup'taki arkadaşlarımla 3 yıl çalıştık. Bunun sonucu olarak dev bir markaya iletişim stratejisi yazma şansını yakaladım. Meslek hayatımın en kapsamlı strateji çalışması olarak değerlendirdiğim bu süreç içinde, önce "Beyond your expectation", ardından THY'nın Star Alliance'a katılımıyla beraber "Feel like a star" ve bu önermenin zirvesi olarak Kevin Costner'la çektiğimiz Global Marka Kampanyası doğdu.

Kalfalık işim: TANSAŞ Akılalmaz Tüketici Hakları İletişim Stratejisi (2001-2006)

2001 krizinin ardından Tansaş "Akılalmaz Tüketici Hakları" konumlandırması için 5 yıl çalıştım. "Akılalmaz Tüketici Hakları" ifadesi sadece perakendede değil, pazarlamada bir ilkti. Kod adı 16 Mart Stratejileri olan ve Operasyonel Verimlilik, Uygun Mağaza Formatları ve ATH üçgeninde yönetilen Tansaş yeniden konumlandırması meslek hayatımın kalfalık dönemiydi diyebilirim. Tansaş'ın ustalıkla hazırladığı ve her yıl KPI'ları düzenli olarak ölçülen bu 5 yıllık stratejinin ajans tarafında olmak kariyerimde çok önemli bir kilometre taşıydı. Bu özgün stratejiyle Tansaş marka değerini 4 katına yakın arttırdı ve 2006 yılında Migros tarafından satın alındı.

Çıraklık işim: TURKCELL lansman kampanyası stratejisi (1994)

Büyük marka: Turkcell. Çırak stratejist: Ben.
Art Grup'ta 3 yıl Procter & Gamble Marka Yöneticiliğin ardından 1994 yılında Turkcell'in kampanya stratejisini belirleyen ekibin içinde olmaya mesleki açıdan "ballı" olmak denir. O gün cep telefonunun içinde asıl konuşturan aparatın:) bir kart olduğunu nasıl anlatacağımızı belirlerken göbeğimiz çatladı ama sonunda "Turkcell'siz olmaz" stratejisi çıktı. 2 yılın sonunda 1 milyon aboneye sahiptik ve liderdik. Bir de nur topu gibi mottomuz vardı:
TURKCELL. Türkiye'nin Cep Telefonu Kartı.

Şarkılarda aradığım doktorlar

"Şarkılardaki Doktorlar" yazı dizim Bayer'in Beyaz dergisinde periyodik olarak yayınlanmaktadır. Bu yazı dizisinde hekim olma durumu, türkülerden rock'a, poptan arabeske, her sayıda bir şarkı sözünde karşımıza çıkıyor.
Aşağıdaki Bob Dylan üzerine yazılmış yazının başlığı "Pena tutan hünerli parmaklar neşter tutsaydı" idi.
Nick Mason’a “Tanrı’ya inanır mısın” diye sorduklarında Mason “İnanmayı çok isterdim ama inanmıyorum. Ben Dylan Tanrısı’na inanıyorum” diye cevap vermişti. Kaldı ki, Bob Dylan’ı tanrı gibi gören sadece Nick Mason değildi. Joan Baez, Bon Jovi ve Marianne Faithfull da ona tanrı benzetmesi yapmışlardı.
Düz okunduğunda anlaşılması pek kolay olmayan bu cevabın satır aralarında müzikle uğraşanların anlayacağı türden bir sihir vardır. O sihir de Bob Dylan’ın dilinde ve parmaklarındadır. Sözcükleri sarsıcıdır. Öte yandan, herhangi bir gitaristin bir akorla verebileceği bir sesi, bir saniyede üç farklı akorla haykırır Dylan. Sanki inandına yapar bunu. Böyle yapmasının ardında da sadece yapabiliyor olması gibi kahredici bir gerçek vardır.
Üstelik bu gizemli adamın hikayesi de biraz karışıktır. Daha önceki bir yazımda da geçtiği gibi, asıl adı Robert Allen Zimmerman’dır. Musevi olan ataları Rusya’dan göç etmiş ama Alman soyadı almışlardır. Dylan’ın kendisine seçtiği yeni soyadının da Galli şair Dylan Thomas ile bir ilgisi olduğu söylenir. Yaşamının yegane sermayesi gitarı, armonikası ve kendine has folk müziğiydi. Joan Baez dahil pek çok kadının kolaylıkla aşık olduğu bu adam aslında, en güzel şarkılarından birini adına yazdığı karısı Sara Lowndes’e aşıktı. O daktilosuna tuvalet kağıdı takıp şiir yazan bir adamdı, dahası var mı? Knockin’ on Heaven’s Door, One More Cup Of Coffee, Hurricane gibi tüm Dylan şarkıları onun şiirselliğinin izlerini taşır. Çünkü Bob Dylan’ı Bob Dylan yapan parmaklarındaki hüner kadar şiirinin gücüdür.
Şarkılardaki doktorlar konu olunca bütün zamanların en iyi ve en doğurgan söz yazarlarından olan bu gizemli adamın 1964 yılında çıkardığı “Another Side of Bob Dylan” adlı albümündeki Motorpyscho Nightmare adlı parçası geldi aklıma. Bu parçanın hikayesi şöyle: Dylan konaklama gayesiyle bir çiftlik evine gelir. Uzun bir yoldan gelmektedir ve çok yorgundur. Evdekilere “içerde kimse var mı” diye seslenir (Pink Floyd’un esin kaynağı açık değil mi?) Evden dışarı çıkan çiftçi onun deli olduğunu düşünür ve silahını ona doğrultur. Dylan dizlerinin üzerine çöker ve ona çiftçileri sevdiğini söyler (aslında bu bağırmaktan daha delicedir.) Ardından kelimelerin gizemli çocuğunun dilinden çiftçiyi sakinleştirecek sihirli cümle dökülüverir : “Ben bir doktorum... Kolejli, temiz bir çocuğum.”
Üniversiteleri huzurevlerinden daha fazla insanın öldüğü yerler olarak tanımlayan bu aykırı adamın doktor olması çok zordu. Ama bazen düşünmeden edemiyorum, o mucizevi akor geçişlerini yapan parmaklar neşter tutsaydı ne olurdu?

Sadece 6 sayfasını yazdığım güzel kitap: Türkiye'nin Çıplak Tarihi

53 yazar, 8 fotoğrafçı, ressam ve sanatçı,Türkiye'nin 56 yılı yazdı. Pek çok değerli yazarın yer aldığı bu kitapta, obsesif özelliklerimin tavana vurduğu bir yılı yazdım. Çocukluğumdan beri beklediğim bir yılı, 1996'yı.

Tüketici araştırmalarıyla doğan kitabım: Z son insan mı?

2003 yılında doğmaya başladılar. Kendilerinden önce doğanlardan çok farklı olan bu kuşağın adı Z. Onlar 2010'da ilkokula, 2020'de üniversiteye başlayacaklar. 2003 yılından sonra doğan Z'ler nasıl bir kuşak olacak? Francis Fukuyama'nın tarihin sonunda ortaya çıkacağını söylediği "Son İnsanlar" bu kuşağın içinden mi çıkacak? "Z son insan mı?" geleceğe yönelik olarak bu sorulara cevap arayan bir kitap.Z'yi bir tek hayati soru üzerine yazdım. Z'ler ya insanı insan yapan değerlerden uzaklaşıp, hiçbir şeyi sorgulamadan, hedonist bir yaşamla Fukuyama’nın “Son İnsan”ı olacaklar ve tarihin sonu gelecek; ya da uyanıp, çelişkileri sorgulayıp “Son İnsan” olmayı reddedecekler ve tarih devam edecek. Hala aynı sorunun cevabını arıyorum.

İlk kitabım, ilk göz ağrım: Kentlerin Kraliçesi

Kentlerin Kraliçesi'ni 7 yılda yazdım. Tembellikten değil, belki bir satırıyla günlerce yaşadığım içindir... İstanbul'da iki ayrı zamanda geçen aynı aşkın öyküsü o. Öyküdeki sevgililer birbirlerini nasıl sevdilerse, ben de Kentlerin Kraliçesi'ni öyle sevdim. Yazdıktan sonra Patmos Adası'na defalarca gidip okudum onu. Ama tahsih var mı diye değil, gerçekten başka birinin romanı gibi okudum.

Kentlerin Kraliçesi'nde İstanbul’a aşık Yunanlı Katina ile tarih tutkunu Bedri’nin yolları, gizemli bir elyazması sayesinde 1955 yılının İstanbul’unda kesişir. Türkiye ve Yunanistan arasında yaşanan gerginlikler 6-7 Eylül olaylarını beraberinde getirirken, Katina ve Bedri, bu elyazmasıyla geçmişe uzanırlar. Yazılar 1453 yılının İstanbul’unda yaşamış bir Türk kızına, Esma’ya aittir. Esma elyazmasında, kuşatma sırasında Türklere karşı savaşan Yüzbaşı Aleksios’a olan aşkını ve fetih sırasında, doğup büyüdüğü şehri kendi milletine karşı savunmasını anlatır. Sayfalar ve olaylar ilerledikçe, Katina ve Bedri, geçmişten kopup gelen bir aşkı yeniden yaşadıklarının farkına varırlar. Bu çalkantılı dönemlerde yaşanan iki zamanlı aşkın asıl şahidi ise “Kentlerin Kraliçesi”dir: Aşkın hiçbir zaman kaybolmadığı en büyülü şehir, İstanbul.