26 Aralık 2009 Cumartesi

Freud'la helalleşmeden yönetici koltuğuna oturmamalı


Dün Eğitişim Kariyer Enstitüsü'nün Kadir Has Üniversitesi'nde Yönetim Dersleri serisinin son konuşmacısıydım. Konuşmamda ağırlıklı olarak yöneticilerin teknik bilgisinden daha önemli olan özelliklerinin insan ilişkileri olduğu üzerine yoğunlaştım. Fakat bahsettiğim bir konu vardı ki, bunun çok daha öncelikli olduğunu düşünüyorum.

O da Freud'la helalleşmektir:) Evet! Yönetici koltuğuna oturmadan evvel, bir yönetici adayı anne ve babasıyla olan meselelerini çözmeli, - geleneğinde varsa - muhterem ebeveyninin ellerinden öpmeli ve koltuğuna öyle oturmalıdır. Çünkü hiçbir yöneticinin kişisel meselelerinden kaynaklanan sebeplerle haftaya başlama lüksü yoktur. Çünkü bu lüks aynı zamanda başkası için ızdırap verici olabilmektedir. Asker olmak isteyen asker olsun; geleceğin dünyasında iş hayatında "hazır ol-rahat" olmayacak. Anne olmak isteyen anne, baba olmak isteyen baba olsun; işyeri ev değil, kimse bir anne ya da bir baba daha görmek istemiyor tepesinde. Yaratıcı olmak isteyen yaratıcı olsun; resim yapsın, kitap yazsın, davul çalsın ama işyerindeki çalışma arkadaşlarının üzerine çiziktirmesin, kafasını ütülemesin.

Özel hayatlarında erkekler annelerinin, kadınlar da babalarının kişilik özelliklerine benzer eş seçme hakkına sahip olmaları pek doğaldır; ama aynı kişilik özelliklerini iş hayatında birlikte çalıştıkları insanlardan bekleme hakkı olamaz. Yönetici koltuğunu tercih edenlerin sadece bu nedenle olsa bile, kişilik oluşum tarihlerini cesaretle masaya yatırmalarında fayda görüyorum. Kendileri yatıramıyorlarsa profesyonel destek almaları gerekir.

Bilinç düzeyi yüksek olan bir yönetici adayının yapması gereken budur.

11 Aralık 2009 Cuma

Project House olarak DEEP'i Digital Marketing Forum'da lanse ettik.



Sunumu Sinan'cımla birlikte yaptık, Mehmet de fotoları çekerek bu anı ölümsüzleştirdi. Cüneyt, Serhat, Elif, Zeynep, Esra, Müge, Project House ve Young Guns'dan diğer arkadaşlarımızla birlikte gerçekleştirdiğimiz 6 aylık çalışmayı gururla seyrettiler. Uğur Özmen Hocam'ın, Tuğçe Esener'in (Mienotes) ve Tutku'nun gözleri ışıldıyordu. Allah için Tutku bile son dakikada yemeğe tuz koymuştu. Modelin TIP'lerinin yazılmasında Tutku'nun az emeği yoktur :)

Dile kolay DEEP için yaklaşık 6 aydır çalışıyoruz. Bu model muhtemelen dünyanın ilk dijital planlama modeli diyoruz, çünkü aramadığımız, taramadığımız yer kalmadı ve yazılı bir kültüre sahip, kendi akışı ve yönergesi olan bir dijital strateji planlama modeline dünya üstünde rastlamadık. DEEP "Digital Effectiveness & Efficiency Plan" ifadesinin baş harflerinden oluşuyor; beş adımı ve şu anda 24 tool'u var.

Bir sonraki hedef dünyaya sunmak:))) Neden IAB olmasın? Bugün Project House için gurur kaynağı olan şey, yarın Türkiye için neden olmasın?

Kimsenin kuşkusu olmasın, olacak:)

20 Kasım 2009 Cuma

Meleğin avukatı

Bugünün en büyük sorunsallarından biri, gelişmekte olan ülkelerde, çok az sayıda kurumun sağ beyin fonksiyonlarına değer vermesidir. Üstelik ne yazık ki, küresel kriz sol beyin etkinliklerini daha da önemli hale getirdi. “Ne yazık ki” diyorum çünkü sağ beyin özellikleri aslında gelişmekte olan ülkeler için daha büyük önem taşıyor.

Reklamcı Michael Newman bu acı durumu “Yaratıcı Sıçramalar” adlı kitabında şöyle dile getiriyor: “Sol beyinliler büyük şirketleri koordine etmek için gerekli çizelgeler ve rasyonel süreçleri anlamaya oldukça uygunlar. Çoğu, yapıları itibariyle, kolayca ölçülemiyorsa farklı şekillerde yapmaya şüphe ile bakarlar. Açık olmak gerekirse çoğu, duygularla pek rahat değildir. Aynı şeyleri okurlar, sektörlerindeki birkaç şirkette iş değiştirirler, aynı ölçüm kalıplarını benimserler, kararlarına yön göstermesi için aynı araştırmacıları seçerler.”

Ipsos’un yaptığı bir araştırmaya göre yenilikçilik ve yaratıcılık konusunda haritanın sol alt köşesindeyiz; hani şu Jesper Kunde’nin “cehennem” dediği yer. Bu sonucun doğruyu yansıttığını düşünüyorum, çünkü Milano’da vitrinden fotoğraf çekip kaçan çok vatandaşıma tanık oldum.

Acı ama gerçek şu ki, Michael Newman’ın işaret ettiği sol beyinliler (asla siyasi bir analoji yapmıyorum) sadece Türkiye’nin değil, bütün dünyanın geleceğini karartıyor. Üstelik az sayıda yaratıcı iş adamını da haksız rekabetle tehdit ediyorlar.

Sağ beyin devrim yapmalı. Acilen!

Nedir sağ beyin özelliği?

Yaratıcılık.

Burada bir tasarımcının ya da reklam yazarının yaratıcılığından bahsetmiyorum. Bir işadamında olması gereken yaratıcılıktan bahsediyorum. Örneğin Richard Branson gibi. Bronsan ne diyor Virgin Havayolları için? “Biz taşımacılık işi yapmıyoruz, biz havada eğlence işi yapıyoruz.”

Fark burada. Daha işin konumlandırma aşamasında yaratıcılıktan taviz vermiyor Branson. Aynı şey bugün sosyal network’lerin, Apple’ın, Adidas’ın yaratıcıları için de geçerli. Daha yola çıkarken yaratıcı düşündükleri için yarattıkları markalar “Lovemark” olabiliyor.

İşte bu nedenle, “sağ beyin devrim yapmalı” diyorum. Özellikle de ülkemizde. İş dünyasında siyah şapkanın hakimiyetine son vermeliyiz. Ancak bunun için ilk adımlar eğitim kurumlarında başlamalı. Sadece bu nedenle, on yıldır görev yaptığım Yeditepe Üniversite’nde ilk denemelerini “Tüketici İlişkileri” dersinde yaptığım ve çok iyi sonuçlar aldığım “Lateral Teknikle Yaratıcı Düşünme” teorisini ders olarak vermeye başladım.

Gerek üniversitedeki derslerimde ve gerekse iş hayatında gördüğüm şudur ki, insanlara cesaret aşıladığınızda ve düşey düşünceden uzaklaşmayı öğrettiğinizde yaratıcı olabiliyorlar.

Bunun yaygınlaşması gerek. Çünkü hüneri yaratıcılık olanların daha çok ve güzel işler yapabilmesi için, sağ beynin iş hayatına daha çok hakim olması şarttır.

Danışmanlık yapmaya başladıktan sonra daha fazla sayıda yaratıcı fikrimi uygulamaya sokma şansım oldu. Bunun yegane nedeni, gereksiz sorgulamacı ve siyah şapkacı demokrasi kurullarının artık hayatımda olmaması. Lateral Düşünme teorisinin mimarı Edward de Bono “demokrasi ile yaratılan at olsa olsa deveye benzer” derken çok haklı.

İhtiyacımız olan şey, daha fazla cesaret, daha büyük fikir, daha çok gerçekleştirme ve ölçme. Yapmanın gücünü, muhalif tartışmanın önüne almalıyız. Bugüne dek “Şeytanın Avukatı”nı oynayan çok yönetici gördüm. Fikir vermek yerine ortaya çıkan fikirleri eleştirmekten başka bir şey yapmadılar. Bundan kolayı var mı?

Ben yeni hayatımda inandıklarımı yapıyorum. Stratejinin geçmişi analiz etme ve yol bulma işinden çok daha büyük bir iş olduğunu anlatmak için yaratıcılığa sarılıyorum. Michael Newman’ın sözüyle “Meleğin Avukatı”yım.

18 Kasım 2009 Çarşamba

Genç silahlar Project House'taydı.

Geçen hafta sonu yeni nesil reklamcılığın geleceğine damga vuracağına inandığımız 25 kişiyle beraberdik Project House'ta. Belki aralarından çok azı ile Young Guns'da çalışma imkanı bulacağız ama onlar da zamanla görecekler ki, tanışmak önemlidir. Çoğunun yazılarını okudum, olumlu olumsuz eleştirileri için sağ olsunlar. Dünyanın en demokratik sektörü olmamız gerektiğine inanıyorsak, hepsinin başımızın üstünde yeri var.
Bizim tek amacımız var Young Guns'da. Üniversitedeki öğrencilerim dahil, hani o hep söylenen "bize fırsat verin" ifadesi var ya, işte onu sağlamak ve yaratıcı fikrin gücünü yaymak. Bob Dylan "üniversitelerde huzur evlerinden daha fazla sayıda insan ölüyor" der. Buyrun gençler, işte Young Guns! ve çok yaşayın:)))

"Reklamın ta kendisi benim" diyen bir dehanın adıyla geçen gece.


Marka danışmanlığını yaptığım Pierre Cardin'in zarif davetinde tüm lisansörlerle beraber hoş bir akşam geçirdik. Sayın Ahmet Sait Kavurmacı açılış konuşmasını yaparak Aydınlı Grup'un 2009 yılında gerçekleştirdikleri ve hedeflerini anlattı. Ahmet Bey'in konuşmasının merkezinde Aydınlı Grup'un hazır giyimde gerçekleştirdiği bir ilk olan "sezon başında sezon sonu indirimi" ile gelen "gerçek fiyatlar"a dönüş stratejisi vardı. Ardından Aydınlı'nın iletişim ajansı Grup 7'nin kurucusu ve başkanı Cengiz Turhan iletişimin marka inşaasındaki önemini anlattı. Cengiz Ağabey'in ardından ben "Logo sadece logo değildir" başlığıyla kurumsal kimliğin marka mimarisindeki önemini anlatan bir konuşma yaptım. Gecenin sonunda düşünce koçu değerli dostum Münir Arıkan tüm konuklara keyifli bir akıl jimnastiği yaşattı. Gecenin şeref konuğu Sevgili Günseli Özen Ocakoğlu'nun güzel sözleri, ortamı özetliyordu: Samimiyet!

15 Kasım 2009 Pazar

Marka danışmanlığını yaptığım VATAN BİLGİSAYAR dünyanın en acayip mağazaları olan Vatan Notebook’ları açtı.



Vatan Bilgisayar olarak gördük ki, notebook’larını hayatlarının önemli bir parçası haline getirenler giderek artıyor. Sabah sunum yaptıkları notebook’tan akşam keyifle film seyredenler, güzel bir manzaraya bakarak twit’leyenler, işe başladıkları gün kendilerine notebook verilmesinden mutlu olanlar ve notebook’larını pasaportları kadar önemli sayanların sayısı giderek artıyor. Açıkçası onlar daha farklılar, çünkü notebook onlar için bir yaşam tarzı.

Vatan Notebook mağazaları onlar için var. Onların özgür, yaratıcı, eğlenceli ve sosyal olabilmelerini sağlayacak en iyi notebook’a, en uygun koşularda ve en iyi hizmeti alarak sahip olmaları için var. Vatan Notebook’larda tüm markalar, 100’ün üzerinde çeşit ve notebook’larla ilgili sorulabilecek her soruya cevap verecek uzmanlar notebook severler’e hizmet etmek için var.

Vatan Notebook olarak sadece bir şey istiyoruz, o da, alışılmış Vatan hizmeti ve uygun fiyatlarıyla notebook severlerin akıllarındaki notebook’u dizlerine getirmek ve onların hayatına değer katmasını sağlamak. Bu nedenle Vatan Notebook’lar Türkiye’nin dört bir yanına hızla yayılıyor.

2 Kasım 2009 Pazartesi

YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ GÜZEL SANATLAR FAKÜLTESİ ENDÜSTRİ TASARIMI BÖLÜMÜ "LATERAL TEKNİKLE YARATICI DÜŞÜNME" DERSİ ARA ÖDEV (INDD 451)

Ödev konusu: Teknoloji marketleri pazarında tüketici odaklı fikir yaratmak

Teknoloji marketler bugün hangi açıdan sıkıntılar yaşamaktadır? Bu pazarda hangi tüketici içgörüleri hakimdir? Bunlardan yola çıkarak bir fikir yaratın.

Öncelikle pazarın sorunlarına odaklanın. Ders boyunca 6 tane sorunu birlikte bulduk. Düşünürseniz, bu sayı daha da artar. Düzenli not aldıysanız bu sorunlardan birinin üzerine de fikir düşünebilirsiniz.
Sonra bulduğunuz sorun üzerine düşünün. Bu sorunda hedef kitle kim? Bu kitlenin içgörüleri neler?
Ardından araya bir süre zaman koyun, hiç bir şey düşünmeyin. Meditasyon zamanı:)
Sonra bilinenleri alt üst edecek şekilde yaklaşın konuya. Derste öğrendiğiniz tekniklerle lateral düşünün. O ana kadar yapılmamış olanı hayal edin.
Fikirleri alt alta yazın. Tüketici içgörülerine en çok oturanı benimseyin. Onu ödev olarak kabul edin.
Bu kadar basit:) Yaratıcılık sadeliktedir, sayfalar dolusu bir şey istemiyorum. Yukarıdaki akışta düşünürseniz 1 sayfa yeter. Mutlaka format soranlara kolaylık yapayım: Hadi A4 olsun:)

- Ödev teslim tarihi 16 Kasım 2009 Pazartesi günü ders saatindedir.
- Ödev dönem sonu notunu % 40 oranında etkileyecektir.

Bol şans.

* Soru sormak isteyen bana buradan yazabilir.

Öğretim Görevlisi
Hakan Senbir

10 Ekim 2009 Cumartesi

TEDx Reset için konuşmacıların çoğuna karar verdik.


Bir TEDx Reset toplantısı daha. Çok az kaldı 14 Ocak'a...

Yüzlerimizde o gün Reset'leyici konuşmalar yapacak olanlara karar vermiş ve onlardan olumlu yanıt almış olmanın mutluluğu var. Dinç Bey ertesi gün erken saatlerde toplantısı olduğu için biraz erken çıktı. Dolayısıyla onun mutluluğu resme yansımadı ama O da çok mutlu:)))

26 Eylül 2009 Cumartesi

TEDx Reset'le dünyayı değiştireceğiz.


Şaka değil; TEDx'i Türkiye'ye getiriyoruz. Konseptimiz RESET. Bunun için TED'in Türkiye'deki ilk takipçisi Ali Üstündağ'ın öncülüğünde Beliğ Güreller, Dinç Üner, Serhat Akkılıç ve Nazlı Kalmuk'la beraber çalışıyoruz. TEDx Reset'i 14 Ocak 2010'da Galatasaray Adası'nda (her ne kadar Beliğ, yarım yüzyıllık Galatasaray Adası'na Suada deyip sinir katsayımı yükseltse de) gerçekleştireceğiz. İçinde Set olan herşeyi Reset'leyelim dediğimiz için ilk yemeğimizi Set Balık'ta yaptık ve orayı Reset'ledik:)

"Yayılmaya değer fikirler" mottosuna sahip TED ruhunun bağımsız temsilcisi TEDx Reset ezber bozan bir organizasyon olacak. Bu nedenle, eski dosyaları rafa kaldırmaya; zihninin kilidini çözmeye; kalbinle yaratıp, aklınla gerçekleştirmeye hazır mısın, diye sesleniyoruz. Dünyayı değiştirme gayesiyle yola çıktık; bu nedenle dünyayı değiştirecek fikirleri olan konuşmacıların sözlerine sahne olacak TEDx Reset.

Pink Floyd Ruhu Kalamış'taydı.

Dün gece (25 Eylül 2009 cuma) bir kez daha bir Floydian olduğum için gurur duydum. Dünya turnesinde olan The Spirit of Pink Floyd İstanbul'daydı. Pink Floyd'un diğer yarısı olan Roger Waters'ın 2006'daki konserinden sonra İstanbul'a nüfuz eden ikinci Floyd gösterisiydi. Kalamış'taki yaklaşık 1000 kişilik izleyici kitlesi Floydian asaletinin en güzel örneklerini verdiler. Her zamanki gibi "Wish you were here"ı izleyiciler söyledi ve konser "Comfortambly Numb" ile bitti.

Vatan Bilgisayar'da "hayata değer katmak için" çalışıyoruz.


Vatan Bilgisayar'a iki aydır marka danışmanlığı yapıyorum. Bu süreç içinde yaptığımız çalışmalar sonunda "hayata değer katmak" vaadi üzerinde karar kıldık. Çünkü sektörün ilk markası olan Vatan Bilgisayar'ın bugüne dek yaptığı da aslında buydu. Bu vaadi biraz açarsam şunları söylemek mümkün:

Bizde
ürün sadece teknolojik bir alet değil, bir gülüş, bir heyecan demektir. Kampanyalarımız sadece yüzdelerden, indirimlerden ve banka kartlarından oluşmaz, kampanyalarımız bir sürpriz, bir hediye demektir. Bizde hizmet sadece müşteri memnuniyeti değil, dostluk demektir. Bizde çeşitlilik sadece ürün çeşitliliği değil, her zevke uygun güzellikler sunmak demektir. Bizde uygun fiyat sadece düşük fiyat değil, müşterilerimize daha çok ürün alabilmelerini sağlamak demektir. Bizde uzmanlık teknolojinin dilinden konuşmak değil, tam tersine müşterilerimizin dilinden konuşmak demektir. Bizde öncülük önden koşmak değil, ilkleri yapmak demektir.

Vatan Bilgisayar her yıl bayramın ilk günü Vatan'da çalışan herkesin katıldığı personel gecesi yapıyor. Bu yıl da 20 Eylül 2009 pazar günü 1000'e yakın kişinin katıldığı bir gece ile kutladı bu geleneğini. Bu gecenin konsepti de yeni marka vaadimiz olan "hayata değer katmak"tı. Genel Müdürümüz Sayın Hasan Vatan'ın açılış konuşmasında "biz hayata değer katmak için varız" demesiyle bu vaadin tüm kalplere yerleştiğini düşünüyorum.


22 Eylül 2009 Salı

"Ölümsüz kedi Mimbolas" geliyor.


Güneş katedralin üzerindeki som altından Madonna heykelinin tam arkasından batıyordu. Kutsal kadından sıyrılmayı başaran güneş ışınları adeta hareket edermiş gibi bir hava veriyordu ona. Birkaç güvercin doğanın kendi kendine oynadığı bu sanat olayına katılmak istercesine heykelin çevresinde bir iki tur attılar.
Galleria’nın içindeki kafede insanlar, Milano’nun kalbinin attığı mekanın zirvesinde olanlardan habersiz sıcak çikolatalarını, espressolarını, lattelerini yudumluyorlardı. Bir kişi hariç. Beş altı yaşlarında küçük bir kız kutsal kadının heykelinin çevresinde yaşananları fark etmişti. Bu dikkatli kızın adı Miele’ydi... (Kitaptan)

Korkunç yetenekli bir ressam olan biricik arkadaşım Efsun'la (Güneş) beraber yazdığımız ve şu an kızım İdil gibi hayatımın merkezinde olan bir kitap MİMBOLAS. Ölümsüz bir kediyle konuşan küçük bir İtalyan kızının hikayesi. Tanrı'dan ve doğadan sonra ölümsüz olan tek şey olan yaratıcılığa adadığımız bu kitabın tüm anne ve babaları yakından ilgilendiren bir hikayesi var. Efsun'la beraber bütün çocuklara söz verdik; Ekim'de bitiriyoruz kitabı.

Yeditepe Üniversitesi'ndeki yeni dersim

Yeditepe Üniversitesi'nde 9 yıldır verdiğim derslerden "Tüketici İlişkileri" dersini bu yıldan itibaren tüketici odaklı düşünme içeriğini koruyup "stratejik yaratıcılık" özelliğini arttırarak "Lateral teknikle yaratıcı düşünme" adıyla veriyorum.

Ders "Lateral Düşünme" teorisinin mimarı ve benim sıkı takipçisi olduğum Prof. Edward de Bono'nun teori ve düşüncelerinden beslenmektedir. Bu derste öncelikle yaratıcılık açısından insan beyninin düşünme şeklini tanımlıyoruz. Ders boyunca
“Lateral Düşünme Yöntemi” ve “Altı Şapkalı Düşünme Yöntemi”ni anlatarak stratejik yaratıcılığı irdeliyoruz. Yaratıcılık ve buluşçuluk arasındaki farkı ortaya koyarak, her zaman olduğu gibi tüketici içgörülerine dayanan yaratıcılık hakkında bilgiler veriyoruz.

Dersin ölçülebilir hedefleri olarak, bu dönemin sonunda dersi tamamlayan öğrencilerden şunları anlamalarını bekliyorum:
- Sıradan düşünme şekli ve yaratıcı düşünme şekli arasındaki farkı anlayabilmeleri,

- Yaratıcı düşünme şeklini hızlandıran farklı yöntemleri uygulayabilmeleri,
- Yaratıcılık ve buluşçuluk arasındaki farkı ortaya koyabilmeleri,

- Stratejik yaratıcılığın tüketici içgörülerine dayanan yaratma şekli olduğunu kavrayabilmeleri,

- Bu tekniklerle tüketici içgörülerine yönelik endüstri ürünleri tasarımı yapabilmeleri.

21 Eylül 2009 Pazartesi

MUST Strateji Planlama Modeli


MUST, marka danışmanlığı yaparken kullandığım strateji planlama modelidir.

MUST stratejik açıdan yapılması gerekenleri söylüyor; çağın aşırı rekabetçi şartlarında yol ve çözüm arayan kurumlar için akıl ve fikir üretiyor. MUST uluslararası literatürde “Creategy” olarak adlandırılan bir anlayışla, strateji ve yaratıcılığı bir arada kullanarak sorunlara çözümler üretiyor. MUST tek başına kreatif strateji ya da yaratıcılığa yol gösteren stratejik yaklaşım değildir; MUST kreatejinin yani aslında zaten yaratıcı olması gereken stratejinin kendisidir. MUST raporlarında hem kurum ve markanız için stratejik rapor, hem de belirlenen strateji için önerilen yaratıcı fikirler ve tüm bunların oyun planı vardır.


MUST kazanmak için yapılması gerekenleri 4 adımda ve 29 tool ile gerçekleştirdiğimiz bir modeldir. M (Market Attractiveness) adımında durum analizinin ardından kurum ve markalar için pazarın en çekici olduğu alan ve alanları belirlenir. U (Unlock growth) adımı büyümenin kilidini açan konumlandırmanın ve stratejik gerekliliklerin ortaya konduğu adımdır. S (Solution generation) adımında her stratejik gerekliliğe uygun yaratıcı fikirler bir plan dahilinde resmedilir. T (Tracking KPI’s) adımı ise önceden belirlenen temel performans göstergelerinin ölçülerek değerlendirilmesi ve takip edilmesidir.

Kreatejik aklın temsilcisi olan MUST, hiç yapılmaması gereken işlerin büyük bir verimlilikle yapılmasını tehlikeli bulur. Bu nedenle MUST, stratejik gerekliliklere göre yapılması gerekenleri belirler ve onların verimlilikle yapılmalarını sağlamak için takip eder. MUST sorun sever! Sorunlara kreatejik çözümler bulmak ve kazandırmak MUST’ın iş teorisidir.

Bugün iş yapış biçimlerine dair sorulması gereken 3 temel soru var:
- Kurumunuz, markanız ya da sizin için belirlediğiniz bir strateji var mı?
- Bu yazılı ve sistematik bir rapor halinde mi?
- Bunu takip eden bir disiplin var mı?
Bu üç sorudan biri bile “hayır!” ise, MUST için bir nedeniniz vardır.

20 Eylül 2009 Pazar

İnteraktif Pazarlama Zirvesi 2009 Konumlandırma & Kampanyası

İnteraktif Pazarlama Zirvesi, 2006 yılındaki ilk zirveden beri marka danışmanlığını yaptığım interaktif alanda Türkiye'nin en önemli zirvesi. Bugüne dek her yıl zirveyi o yılın dijital trendlerine dayanarak konumlandırdık. Bu yıl da, kullanıcının kendi yaratıcılığını ortaya koyarak içerik belirleme içgörüsüne ve zirveyi AFM İstinyePark Sinemaları'nda yapmamıza dayanarak, interaktif dünyayı "filmi tüketicinin çektiği dünya" olarak konumlandırdık. "Artık filmi tüketici çekiyor" mesajını taşıyan senaryoyu önce Sevgili Günseli Özen Ocakoğlu, ardından da Sevgili Kardeşim Ömer Faruk Sorak çok sevdi. Filmi Böcek Yapım çekti. Yönetmeni Sevgili Gürcan ve prodüktörü Sevgili Tolga'ya binlerce teşekkürler...

Galatasaray Store 2288 Mor Forma Lansmanı
























Ben şanslı bir insanım. Art Grup'tan ayrıldıktan sonraki ilk işim aşığı olduğum Galatasarayım'a ait Galatasaray Store'lara marka stratejisi danışmanlığı yapmak oldu. Bu çalışmalardan biri de Galatasaray Store 2009-2010 Kış Koleksiyonu'nun önemli bir parçası olan mor forma lansmanı idi. Mor formayı Levi's 501 isimlendirme stratejisini kıyas model kabul ederek bir rakamla isimlendirdik. 2009-2010 Kış Koleksiyonu'ndaki Galata adının kökeninde yatan Galatlar'ın bundan 2288 yıl önce Galata tepesine gelmelerinden esinlenerek mor formaya 2288 adını verdik. Galatasarayım bu formayla çıktığı her maçı da kazanınca "2288"in satışları patladı.

17 Mart 2009 Salı

Yeni Kitabım "Mücadele eden herkes için STRATEJİ"

"Mücadele eden herkes için STRATEJİ" adlı kitabımda, Çinli General Sun Tzu'nun "Savaş Sanatı" ve İtalyan düşünür Makyavel'in "Hükümdar"ının ışığında, savaşlardan, imparatorlara, iş ve siyaset dünyasından futbola kadar pek çok örnekle, hayat cangılında savaşan herkese yol gösterecek stratejik ögeleri güncel bir bakış açışıyla bir araya getirmeye çalıştım.

Gerçek şu ki, hoşumuza gitse de gitmese de, hayatta kalmak için strateji felsefesini bilmek zorundayız.

Ustalık işim: TÜRK HAVA YOLLARI Global İletişim Stratejisi (2007-2009)


2006 yılında ilk brifi aldığımda, Türk Hava Yolları vizyonunu bir Global Network olmak yönünde belirlemişti. Yıllardır hayalini kurduğum bir marka için Art Grup'taki arkadaşlarımla 3 yıl çalıştık. Bunun sonucu olarak dev bir markaya iletişim stratejisi yazma şansını yakaladım. Meslek hayatımın en kapsamlı strateji çalışması olarak değerlendirdiğim bu süreç içinde, önce "Beyond your expectation", ardından THY'nın Star Alliance'a katılımıyla beraber "Feel like a star" ve bu önermenin zirvesi olarak Kevin Costner'la çektiğimiz Global Marka Kampanyası doğdu.

Kalfalık işim: TANSAŞ Akılalmaz Tüketici Hakları İletişim Stratejisi (2001-2006)

2001 krizinin ardından Tansaş "Akılalmaz Tüketici Hakları" konumlandırması için 5 yıl çalıştım. "Akılalmaz Tüketici Hakları" ifadesi sadece perakendede değil, pazarlamada bir ilkti. Kod adı 16 Mart Stratejileri olan ve Operasyonel Verimlilik, Uygun Mağaza Formatları ve ATH üçgeninde yönetilen Tansaş yeniden konumlandırması meslek hayatımın kalfalık dönemiydi diyebilirim. Tansaş'ın ustalıkla hazırladığı ve her yıl KPI'ları düzenli olarak ölçülen bu 5 yıllık stratejinin ajans tarafında olmak kariyerimde çok önemli bir kilometre taşıydı. Bu özgün stratejiyle Tansaş marka değerini 4 katına yakın arttırdı ve 2006 yılında Migros tarafından satın alındı.

Çıraklık işim: TURKCELL lansman kampanyası stratejisi (1994)

Büyük marka: Turkcell. Çırak stratejist: Ben.
Art Grup'ta 3 yıl Procter & Gamble Marka Yöneticiliğin ardından 1994 yılında Turkcell'in kampanya stratejisini belirleyen ekibin içinde olmaya mesleki açıdan "ballı" olmak denir. O gün cep telefonunun içinde asıl konuşturan aparatın:) bir kart olduğunu nasıl anlatacağımızı belirlerken göbeğimiz çatladı ama sonunda "Turkcell'siz olmaz" stratejisi çıktı. 2 yılın sonunda 1 milyon aboneye sahiptik ve liderdik. Bir de nur topu gibi mottomuz vardı:
TURKCELL. Türkiye'nin Cep Telefonu Kartı.

Şarkılarda aradığım doktorlar

"Şarkılardaki Doktorlar" yazı dizim Bayer'in Beyaz dergisinde periyodik olarak yayınlanmaktadır. Bu yazı dizisinde hekim olma durumu, türkülerden rock'a, poptan arabeske, her sayıda bir şarkı sözünde karşımıza çıkıyor.
Aşağıdaki Bob Dylan üzerine yazılmış yazının başlığı "Pena tutan hünerli parmaklar neşter tutsaydı" idi.
Nick Mason’a “Tanrı’ya inanır mısın” diye sorduklarında Mason “İnanmayı çok isterdim ama inanmıyorum. Ben Dylan Tanrısı’na inanıyorum” diye cevap vermişti. Kaldı ki, Bob Dylan’ı tanrı gibi gören sadece Nick Mason değildi. Joan Baez, Bon Jovi ve Marianne Faithfull da ona tanrı benzetmesi yapmışlardı.
Düz okunduğunda anlaşılması pek kolay olmayan bu cevabın satır aralarında müzikle uğraşanların anlayacağı türden bir sihir vardır. O sihir de Bob Dylan’ın dilinde ve parmaklarındadır. Sözcükleri sarsıcıdır. Öte yandan, herhangi bir gitaristin bir akorla verebileceği bir sesi, bir saniyede üç farklı akorla haykırır Dylan. Sanki inandına yapar bunu. Böyle yapmasının ardında da sadece yapabiliyor olması gibi kahredici bir gerçek vardır.
Üstelik bu gizemli adamın hikayesi de biraz karışıktır. Daha önceki bir yazımda da geçtiği gibi, asıl adı Robert Allen Zimmerman’dır. Musevi olan ataları Rusya’dan göç etmiş ama Alman soyadı almışlardır. Dylan’ın kendisine seçtiği yeni soyadının da Galli şair Dylan Thomas ile bir ilgisi olduğu söylenir. Yaşamının yegane sermayesi gitarı, armonikası ve kendine has folk müziğiydi. Joan Baez dahil pek çok kadının kolaylıkla aşık olduğu bu adam aslında, en güzel şarkılarından birini adına yazdığı karısı Sara Lowndes’e aşıktı. O daktilosuna tuvalet kağıdı takıp şiir yazan bir adamdı, dahası var mı? Knockin’ on Heaven’s Door, One More Cup Of Coffee, Hurricane gibi tüm Dylan şarkıları onun şiirselliğinin izlerini taşır. Çünkü Bob Dylan’ı Bob Dylan yapan parmaklarındaki hüner kadar şiirinin gücüdür.
Şarkılardaki doktorlar konu olunca bütün zamanların en iyi ve en doğurgan söz yazarlarından olan bu gizemli adamın 1964 yılında çıkardığı “Another Side of Bob Dylan” adlı albümündeki Motorpyscho Nightmare adlı parçası geldi aklıma. Bu parçanın hikayesi şöyle: Dylan konaklama gayesiyle bir çiftlik evine gelir. Uzun bir yoldan gelmektedir ve çok yorgundur. Evdekilere “içerde kimse var mı” diye seslenir (Pink Floyd’un esin kaynağı açık değil mi?) Evden dışarı çıkan çiftçi onun deli olduğunu düşünür ve silahını ona doğrultur. Dylan dizlerinin üzerine çöker ve ona çiftçileri sevdiğini söyler (aslında bu bağırmaktan daha delicedir.) Ardından kelimelerin gizemli çocuğunun dilinden çiftçiyi sakinleştirecek sihirli cümle dökülüverir : “Ben bir doktorum... Kolejli, temiz bir çocuğum.”
Üniversiteleri huzurevlerinden daha fazla insanın öldüğü yerler olarak tanımlayan bu aykırı adamın doktor olması çok zordu. Ama bazen düşünmeden edemiyorum, o mucizevi akor geçişlerini yapan parmaklar neşter tutsaydı ne olurdu?

Sadece 6 sayfasını yazdığım güzel kitap: Türkiye'nin Çıplak Tarihi

53 yazar, 8 fotoğrafçı, ressam ve sanatçı,Türkiye'nin 56 yılı yazdı. Pek çok değerli yazarın yer aldığı bu kitapta, obsesif özelliklerimin tavana vurduğu bir yılı yazdım. Çocukluğumdan beri beklediğim bir yılı, 1996'yı.

Tüketici araştırmalarıyla doğan kitabım: Z son insan mı?

2003 yılında doğmaya başladılar. Kendilerinden önce doğanlardan çok farklı olan bu kuşağın adı Z. Onlar 2010'da ilkokula, 2020'de üniversiteye başlayacaklar. 2003 yılından sonra doğan Z'ler nasıl bir kuşak olacak? Francis Fukuyama'nın tarihin sonunda ortaya çıkacağını söylediği "Son İnsanlar" bu kuşağın içinden mi çıkacak? "Z son insan mı?" geleceğe yönelik olarak bu sorulara cevap arayan bir kitap.Z'yi bir tek hayati soru üzerine yazdım. Z'ler ya insanı insan yapan değerlerden uzaklaşıp, hiçbir şeyi sorgulamadan, hedonist bir yaşamla Fukuyama’nın “Son İnsan”ı olacaklar ve tarihin sonu gelecek; ya da uyanıp, çelişkileri sorgulayıp “Son İnsan” olmayı reddedecekler ve tarih devam edecek. Hala aynı sorunun cevabını arıyorum.

İlk kitabım, ilk göz ağrım: Kentlerin Kraliçesi

Kentlerin Kraliçesi'ni 7 yılda yazdım. Tembellikten değil, belki bir satırıyla günlerce yaşadığım içindir... İstanbul'da iki ayrı zamanda geçen aynı aşkın öyküsü o. Öyküdeki sevgililer birbirlerini nasıl sevdilerse, ben de Kentlerin Kraliçesi'ni öyle sevdim. Yazdıktan sonra Patmos Adası'na defalarca gidip okudum onu. Ama tahsih var mı diye değil, gerçekten başka birinin romanı gibi okudum.

Kentlerin Kraliçesi'nde İstanbul’a aşık Yunanlı Katina ile tarih tutkunu Bedri’nin yolları, gizemli bir elyazması sayesinde 1955 yılının İstanbul’unda kesişir. Türkiye ve Yunanistan arasında yaşanan gerginlikler 6-7 Eylül olaylarını beraberinde getirirken, Katina ve Bedri, bu elyazmasıyla geçmişe uzanırlar. Yazılar 1453 yılının İstanbul’unda yaşamış bir Türk kızına, Esma’ya aittir. Esma elyazmasında, kuşatma sırasında Türklere karşı savaşan Yüzbaşı Aleksios’a olan aşkını ve fetih sırasında, doğup büyüdüğü şehri kendi milletine karşı savunmasını anlatır. Sayfalar ve olaylar ilerledikçe, Katina ve Bedri, geçmişten kopup gelen bir aşkı yeniden yaşadıklarının farkına varırlar. Bu çalkantılı dönemlerde yaşanan iki zamanlı aşkın asıl şahidi ise “Kentlerin Kraliçesi”dir: Aşkın hiçbir zaman kaybolmadığı en büyülü şehir, İstanbul.