4 Aralık 2010 Cumartesi

Türkiye'nin önündeki en büyük engel nedir?

Türkiye dinamik bir ülke. İnsanı sıcak ve hareketli. Ticaret yapmak istiyor, kazanmak istiyor, büyümek istiyor. Kişi başı gelirini arttırarak yıllarca yaşadığı ezikliğin intikamını almak istiyor.

Alıyor da.

Avrupa büyük bir atalet içinde iken, Türkiye büyüyor. Bugün Avrupa Birliği'ne girmeyelim diyenlerin sayısı hiç de az değil. Çünkü Türkiye, eski Türkiye değil. Yirminci yüzyılda çektiği bütün sıkıntıların acısı yirmi birinci yüzyılda çıkaracak gibi. Buna ben de yürekten inanıyorum.

Ancak...

Türkiye'nin önünde büyük bir engel var: SİSTEMSİZLİK.

Sisteme ve kurallara uymuyoruz. Sistemi yazılı hale getirmiyoruz. Getirsek bile; kağıda yazıyoruz ama uygulamaya geçirmiyoruz. Sistem dediğimiz olgunun anti-ütopya devleti tadında olmasından bahsetmiyorum ama sistemin tıkır tıkır çalıştığı, insana değer verilen, insanın sistemin kurallarına iyi uyduğu ve bunun da karşılığını eksiksiz aldığı bir ülke haline getirmeliyiz Türkiye'yi. Yaratıcılık gibi öznel bir olgunun bile sistemli çalışmanın eseri olduğunu bütün dünya biliyor. Ancak sistemli çalışma durumunda bir geleceğimiz olabilir. Devleti yönetenlere, öğretmenlere, CEO'lara, direktörlere düşen budur. Bu nedenle, Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'nin bir yönetici versiyonunun acilen yazılması gerekmektedir.

Kimse kusura bakmasın. Ben kıyaslamamı Avrupa ile yapacağım. Çünkü yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren düştüğü atalete rağmen, dünyada kurumsallaşmış tek kıta var, o da, Avrupa. Mesela Türkiye, Avrupa'daki karşılıklarından en az üç kez daha dinamik KOBİ'lerle dolu. Bu KOBİ'ler harıl harıl üretim yapıyorlar ama çok azı yazılı bir strateji kültürüne sahip. Internet sitesinde kes-yapıştır vizyonlar, değerler ve misyonlara sahip olarak bir kuruma kurumsallık ve o kurumun çalışanlarına inanç aşılamak mümkün değildir. Bunları yapmazsanız da, bir geleceğiniz olamaz.

Avrupa Birliği sadece ekonomik bir topluluk değildir, bir kurallar manzumesidir. Bayramda Fransa'da on gün boyunca otomobil kullandım ve gördüm ki, bu ülkede kaza yapmak için gerçekten çok çaba sarf etmek gerekir. Çünkü yazılı kurallar var ve herkes kurallara uyuyor. Bizde ise kurallar konusunda ülkenin büyük bölümü ayakta uyuyor.

Sadece Avrupa'dan daha çok çalıştığımız için ondan daha hızlıyız. Ancak evrensel kurallara uymadan bu hızda çalışarak kaza yapmamak mümkün değildir. Batılı markalar yüzyıl önce stratejilerini yazılı hale getirmişlerdir; bunu kurum içine yaymışlardır; ve markalaşmanın kurallarına trafik kurallarına uydukları gibi uymuşlardır. Bu nedenle markalar dünyasına hala Avrupa ve onun Amerika'daki karşılığı olan A.B.D. hakimdir. Türkiye genelinde tüm markaların yapması gereken de evrensel kurallara uymaktır. Artık KOBİ patronları çalışanlarını toplayıp "çalışmak, çalışmak, çalışmak" gibi Napolyonyan söylemleri bırakıp, derhal işin ehli vizyoner profesyonellerin ölçüme inanan ellerine güvenmeyi öğrenmelidirler.

Soysal Danışmanlık'ın gerçekleştirdiği Perakende Günleri 2010'da Sayın Erkut Yücaoğlu, 10 yıl içinde Türkiye’nin % 100 büyüyeceğini ifade etmiş ama Türkiye'nin önünde bazı engelleri de işaret etmişti. Yücaoğlu'nun İstihdam Riski, Dış Ticaret Açığı, Eğitim Sorunu, Siyasi Arenadaki Rahatsızlık ve Mikroekonomik Reform İhtiyacı olarak sıraladığı engellere, ben kesinlikle SİSTEMSİZLİK engelini de eklerdim.

İddia ediyorum; % 100 sistem için, sadece % 1 hız kesmek yeterlidir.

Çünkü sahip olunan % 100 sistem, evrensel bir başarının yegane güvencesidir.

Siz ne dersiniz?





2 yorum:

Emir Uçkan dedi ki...

Hakan hocam, bence de sistemsizlik tabii ki doğru bir sonuç, ama bu sistemsizliğin temelinde yatan problemi ararsak, daha derine inip aslinda en basitini bulmalıyız.
Benim aklima ilk anda, açıkçası "İnançsızlık" geliyor. Bir ülkenin düşüncelerini etkileyen en büyük unsurlarından; renk, dil, coğrafya temmelli bir diğer unsurun da din olduğunu düşünüyorum. Din, bir topluluğun güvenlik, eğitim, kültür-sanat, ticaret desteği verdiği gibi aslinda bir korku unsuru altinda sorgulamayi da engeller. Ve aslinda inanilmasi gereken seyin, huzur, özgüven, iletişim gücü yüksek ve korkusuz olmasından uzak bir hayata kapilan ve Büyük Resmi göremeyen mutsuz korkaklar olarak sadece günü kurtarmanin küçük hesabina düşen topluluklar yaratmistir.
Halkın harcamalari göz önünde bulundurulursa, yatarımsal değeri olmayan harcamalarin sayisi hizla yukseliyor. (Otomobil satışlarındaki patlama iyi bir örnek olsa gerek.) Gerçekten neye inanicağimizi bilmiyoruz kısaca. Herseye inanmayi denedik ama olmadı, Türkiye'nin ciddi 1 inanca sahip olmasi gerekiyor acilen. Bu inanç din'den de, siyaset'ten de, askeriye'den de, halk'tan da daha yüksek ve içten olması gerekiyor. Bunu bi başarabilsek, biz Türkler, biz her ne şekilde olursan olsun burdayiz ve kimseye de yedirmeyiz, gibi bir söylem yaratacak bir inanca ihtiyacı vardır.. bence.

Hakan Senbir dedi ki...

Sisteme inansak yeter Emir. İnan ki.