12 Aralık 2010 Pazar

Süper kimdir?











Reklamcılık Vakfı sitesinde AdBlog'u başlattı. AdBlog'daki yazımda* "Marka" ve "Süper olma" ilişkisini anlatmaya çalıştım. Nedendir bilmem ama, RV'den değerli arkadaşım Fisun Bargu Soner benden bir yazı istediğinde, Nietzsche aklıma geldi. Nietzsche'yi bana pek hayrı dokunmadığı için, uzun zamandır hayatımdan uzak tutmaya gayret ediyordum ama üstün insan ve üstün marka arasında ciddi bir ilişki var gibi geldi bana.

Yazım şöyle:

Bir çizgi roman karakteri olarak çok önceleri çizilmiş olmasına rağmen, hayatımıza 1978 yılında çekilen bir filmle girdi Süpermen. Sonra, en sonuncusu 2006’da olmak üzere arka arkaya çekilen beş filmle seri tamamlandı.

Kripton adlı bir gezegenden dünyamıza gönderilen ve Kansas Smallville yakınlarına inen bu adam (indiğinde bebekti) görünüşte bizim gibi normal bir insandı ama uçabiliyor, tonlarca ağırlıkta füzelerin yörüngesini değiştirebiliyor ve yumruk attığı kötü adamlar kolay kolay iflah olmuyordu.

Her ne kadar Clark Kent adını kullanan mütevazı bir gazeteci gibi görünse de, göğsünde taşıdığı kocaman bir S harfiyle de egosunu gözümüze sokuyordu bu Süper Abimiz. Hem filmdeki insanlar, hem de sinemalardaki seyirciler olarak biz onu çok sevmiştik. O bir kahramandı. Clark Kent ya da pek sevdiğimiz adıyla Süpermen’di o! Sevmeme şansımız da pek yoktu. Çünkü olağanüstü özellikler sadece onda vardı. Cisimlerin arkasını görmek, ısı saçan bakışlar atmak, güçlü rüzgarlar üflemek gibi özellikleriyle pagan Yunan tanrılarını andırıyordu.

Bugün ise kafamızın üstünde uçan yüzlerce süpermen marka var. Üstelik bildiğimiz Süpermen’den daha da acayip işler yapıyorlar. Mesela bazıları sadece uçmakla kalmıyor; hem uçuruyor, hem de mil puan kazandırıyor... Bazıları da, Tunus’taki amatör gitarcıya Yeni Zelanda’dan MP3 gönderip, bir de yanına notalarını ya da tab’lerini ekliyor... Bazıları elli yıldır görmediğimiz arkadaşımızı elli saniyede tag’leyerek ekranımıza getiriyor.

Süperliğin şartları son yıllarda Clark Kent’i bile dize getirecek şekilde değişti. Aniden, birkaç on yıl içinde oldu her şey. Bugün süper olan süpermen değil, bugün süper olan güçlü markalar. Çünkü artık seyirciler sadece kötüleri yenen ve alkış toplayan bir süpermen istemiyorlar. Onların bugün istediği tek şey, kendilerini de süper yapacak süper kahramanlar.

Nietzsche'nin “Üstün insan” kavramında temel olan değerler fiziksel güç değil erdemdir. Bugün seyircilerini süper yapan kahraman markaların da fiziksel güçten öte başka değerlere sahip olması gerekiyor.

Birincisi, yüzlerce pelerin ve S harfinin arasında yıldız gibi parlayacak bir YARATICILIK’tır. Uçarak, tonlarca yükü kaldırarak, on kaplan gücünde vurarak artık süpermen olunmuyor. Süpermen olmak için insanları kendisine hayran bırakacak bir yaratıcı ruha sahip olmak gerekiyor. Bunun için de sadece yaratıcı endüstriler özelinde değil, tüm sektörler bazında sağ beyin fonksiyonlarına daha fazla değer verilmelidir. Ancak ne yazık ki, çoğu zaman bu mümkün olamıyor. Michael Newman bu acı durumu “Yaratıcı Sıçramalar” adlı kitabında şöyle dile getiriyor: “Sol beyinliler büyük şirketleri koordine etmek için gerekli çizelgeler ve rasyonel süreçleri anlamaya oldukça uygunlar. Çoğu, yapıları itibariyle, kolayca ölçülemiyorsa farklı şekillerde yapmaya şüphe ile bakarlar. Açık olmak gerekirse çoğu, duygularla pek rahat değildir. Aynı şeyleri okurlar, sektörlerindeki birkaç şirkette iş değiştirirler, aynı ölçüm kalıplarını benimserler, kararlarına yön göstermesi için aynı araştırmacıları seçerler.” Michael Newman’ın sözlerinden ben şunu anlıyorum: Bugün sadece sol beyinle süpermen olunmuyor.

İkincisi, bugünün arzuları sınırsız homoekonomikus’unu anlayarak, kendi egolarını, onlara transfer edebilecek muazzam bir İÇGÖRÜ OKUMA YETENEĞİ’dir. Bu nedenle süpermenliğe soyunan markaların ve bu markalara hizmet veren yaratıcı endüstri çalışanlarının tüm duyularını etraflarında olan bitene kilitlemeleri gerekiyor. “Anlamak” yaratıcı bir iş ortaya koymanın ilk kuralıdır. “İçgörü okumak” reklam sektörü dışında çalışan çoğu insan için pek anlaşılır bir ifade değildir; bu nedenle bana bunun anlamı sorulduğunda verdiğim yegane cevap “anlamak”tır. Anlamak her şeyin başlangıcıdır. Anlarsak aşık olduğumuz kadına kendimizi sevdirebiliriz, anlarsak barışabiliriz ve anlarsak mükemmel fikirler yaratabiliriz. Anlarsak, süpermen oluruz.

Üçüncü olarak, YENİ MEDYA diye bir şey var. Bugünün süpermenleri gayet iyi biliyorlar ki, artık pelerini değiştirme noktası sadece telefon kulübesi değil. Cep telefonu var, internet var, viral mecralar var. Üstelik bunlar birbiriyle süratle birleşiyorlar. İşte bu nedenle bugünün süpermenleri telefon kulübesini çoktan terk ettiler. Bu markalar ve onlar için çalışanlar çağdaş pelerinleriyle yepyeni mecralarda uçuyorlar.

Dördüncüsü, belki de Clark Kent’ten beri değişmeyen tek yetenek olan HIZ’dır. Keşke Milan Kundera haklı olsaydı ve yavaşlık önemli olsaydı. Ancak ne yazık ki, yavaşlığın keyfi bitmiştir. Süper olmak için hız şart. Ağırdan alarak yapılan sayfalar dolusu stratejik analizler ve aheste aheste yol bulma işinden çok daha fazla bir şeye ihtiyacımız var bugün. Bu nedenle yeni süpermenler yaratıcılığın gücünü arkalarına alarak çok daha hızlı bir şekilde uçuyorlar.

Bir şey daha var. Clark Kent zamanında herkes başı sıkıştığında Süpermen’i çağırıyordu. Yani seyirciler kahramanına sadıktı eskiden. Oysa bugün, diğer adıyla SADAKATİN SONU ÇAĞI’nda durum hiç de eskisi gibi değil. Seyirciler istedikleri süpermeni internetten bulabiliyorlar. Sadakat denen şey bitmiştir! Yeni çağda sadakati arttırabilmeyi başaran yegane eylem yaşatılan deneyimdir. Bugün hangi süpermen izleyicilerine daha yüksek perdeden bir deneyim yaşatabiliyorsa, sevenleri göreceli olarak yüksek olan süpermen de odur.

Dolayısıyla markalar üzerine çalışan insanlar olarak, göğsümüzde yazan S harfini korumak için bugün ve yarın yapmamız gereken tek şey, seyircilerimize kendilerini süper hissettirmekten başka bir şey değildir.

* http://www.rv.org.tr/blog/adblog/super-kimdir

** Görsel Kaynak: http://www.flickr.com/photos/powerpee/324854438/

Hiç yorum yok: