30 Mart 2010 Salı
Vatan Bilgisayar çalışanları "bilingual"
24 Mart 2010 Çarşamba
"Dijital Özgüven" diye bir şey var mı?
“Generation 2.0” 1994 ve sonrasında doğan milenyum kuşağı ile 2003 ve sonrasında doğan Z kuşağının birlikte olduğu bir toplam küme. Bu kuşağın en belirgin özelliklerinden biri de sosyal medyadaki ortak tavırları.
Bu kuşak için, tanışmanın, çevre edinmenin, paylaşmanın davranışsal özellikleri kendinden önceki kuşaklardan tamamen farklı. Herşeyden önce benim “Dijital Özgüven” dediğim bir kavram var ki, bununla yaşıyorlar. Çünkü insan denen varlığın sosyalleşmesinin önündeki en önemli bariyerlerden biri olan “özgüven” kavramı bu kuşakla beraber dijitalleşmeye başladı. “Generation 2.0” aradığı özgüveni sosyal medyada hazır bulduğu için, “Dijital Özgüven” özgüvenin doğal yollardan edinimini gelecekte yok edecek.
“Generation 2.0” özgüvenin sınırlarını sosyal medyada pek çok örnekle zorluyor. Örneğin Lookbook diye insanların kendi moda anlayışlarını ortaya koydukları sosyal bir ortam var. Orada herkes tasarımcı edasında yaşıyor. Hatebook diye kendisini anti-sosyal bir hizmet olarak konumlandıran ve insanların nefret ettikleri şeylerden uzaklaşmasını sağlayan sosyal bir medya var. Bunun dışında, uzun zamandır satışta olan ve bir türlü satılamayan ve facebook’un karşıtı olarak konumlanan assbook.com açıldığında gördüklerimiz karşısında şaşkına döneceğiz.
“Generation 2.0”ın online’da sosyal sınıflara ve ilişkilere bakış biçimi de değişiyor. Örneğin offline’da aynı sosyal sınıf içinde olmayan kişiler, online’da birbirlerine daha çok yakınlaşabiliyor. Hatta pek çok ünlü kişi, offline’da olmadığı hatta olamayacağı kadar, “Generation 2.0” ile online’da bir araya gelebiliyor. Ünlü-sıradan insan ilişkisindeki güvenlik sınırı bile online’da ortadan kalkıyor.
“Generation 2.0” varoluşunu facebook, twitter, friendfeed ve linkedin gibi ortamlarda da gerçekleştiriyor olacak. Üstelik bu ortamlara sürekli yenileri eklenecek ve bugün bildiğimiz bu ortamlar sırayla yok olacak ya da kulubün adı değişecek. Bu hıza ve değişime göre hareket etmeliyiz.
Artık sosyal medya “Generation 2.0”ın yeni yaşam alanlarından biri. “Generation 2.0”ın her bireyi bu ortamlarda kendi Avatar’larını gerçekleştiriyor olacak. Markaların artık iki ayrı dünyaya pazarlama yapmayı öğrenmesi gerek. Bu nedenle ben online ve offline’ın tam entegrasyonuna kesinlikle inanmıyorum. Buralar aynı bireyin ayrı dünyaları.
19 Mart 2010 Cuma
Savaş tarihinin en acayip ve stratejik kararı
Müttefik kazanmak adına bugüne dek yapılan en şaşırtıcı stratejik hareket, on altıncı yüzyıl Japonyası’nda gerçekleşmiştir. Bu tarih, Japonya’da birbirine üstünlük sağlamak isteyen klanların yarattığı iç savaşa denk gelmektedir. Bu hikâye, iç savaş sonrasında, Japonya’yı çağdaş döneme kadar yönetecek hanedanı kuran samuray generali Tokugawa İyeyasu’ya, ya da sonradan tarihte bilinen adıyla Shogun’a aittir. İyeyasu, samuray muharebelerinin en büyüğünde askeri açıdan son derece tuhaf bir karar verdi. Ancak bu kumar ona bir müttefik ve Japonya’nın geleceğini belirleyen çok önemli bir savaş kazandırdı.
1598 yılında Japonya’yı idare eden Toyotomi Hideyoshi ölüm döşeğindeydi. Hideyoshi iki sadık kurmayı olan Bakan İshida Mitsunari ve ülkenin en güçlü savaş beyi olan Tokegava İyeyasu’dan, altı yaşındaki oğlu tahta geçene kadar barış içinde müttefik kalmalarını ve Japonya’nın birliğini korumalarını istedi. Her ikisi de söz verdiler, küçük prens büyüyene kadar ülkeyi idare edecek olan konseyde müttefik kalacaklardı. Ancak Hideyoshi’ye söz vermesine rağmen Tokugawa İyeyasu küçük çocuğu desteklemek niyetinde değildi. Dolayısıyla birbirlerinden haz etmeyen Tokugawa İyeyasu ve İshida Mitsunari arasındaki çekişme ülkenin geleceğini belirleyecekti. İyeyasu işe Mitsunari’ye karşı hamle yaparak başladı ve Hideyoshi’nin oğlunu saraydan uzaklaştırdı. Bunun üzerine Mitsunari de İyeyasu’ya karşı suikast teşebbüsüne girişti ama başarısız oldu. Zaten bu, İyeyasu’nun beklediği bir hamleydi. Bu hamle ile İyeyasu, Mitsunari’yi konseyin gözünde hain konumuna düşürmüştü. Mitsunari sürgüne yollandı. İyeyasu bir müttefik avcısıydı, kızlarını diğer savaş beyleriyle evlendirerek düşman olması muhtemel kişileri müttefik haline getirdi. İyeyasu’nun amacı, Sun Tzu’nun dediği gibi savaşmadan kazanmaktı. Nitekim oğluna, “Plan yaparsak savaşmamıza gerek kalmaz,” demesi, bu stratejiyi ne kadar benimsediğini gösteriyordu. İyeyasu, Hideyoshi’nin Fushimi Kalesi’ndeki tahtına oturmuştu.
Ancak doğudan gelen bir samuray lideri İyeyasu’ya karşı çıkarak, ordusunu topladı. Bu asileri bertaraf etmek için Hideyoshi’nun küçük oğlunun onayına ihtiyacı vardı. Bu onayı almak için de çocuğun muhafızı olan Hideyoshi’nin yeğeni Kobayakawa Hideaki’yi kendi tarafına çekmesi gerekiyordu. Hideaki ise ne İyeyasu ne de Mitsunari’den yana taraf olmak istemiyordu.
Ancak İyeyasu gerçekten büyük bir müttefik avcısıydı ve Hideaki ile olan hukukunu koz olarak kullandı. Hideaki geçmişte bir savaşın kaybedilmesinden sorumlu tutulmuştu. Bu olay karşısında Mitsunari, Hideyoshi’ye Hideaki’nin rezilin biri olduğunu ama onurlu bir samuray gibi kendisini öldürmesi gerektiğini söylemişti. Oysa İyeyasu, Hideaki’nin yetişkinlerin görevine yollanan bir çocuk olduğu için yaşaması gerektiğini savunmuş ve onu kurtarmıştı. Hideaki bu olaydan dolayı İyeyasu’ya minnet borcu hissediyordu. İyeyasu’nun ona son sözleri şu olmuştu: “İstesen de istemesen de Japonya’nın birliğini korumak ikimize düşer.”
İyeyasu, Hideaki’nin minnetini kazandığından emin olunca, ordusunu doğudaki asilerin üzerine harekete geçirdi ama hayal kırıklığına uğradı. Çünkü İyeyasu’nun iktidara oynama planlarını bilen Hideaki, Mitsunari’nin yanında yer aldı. Bunu fırsat bilen Mitsunari, İyeyasu doğudayken Fushimi’ye ilerledi. Onun hedefi de Hideyoshi’nin yerine geçmekti. Fushimi’yi ele geçirdiler. Hideaki’nin amacı İyeyasu’yu barışa zorlamaktı. Ama Mitsunari bir hata yaptı ve Hideaki’nin İyeyasu’ya olan minnet borcunu unutup İyeyasu’nun işini savaşarak bitirmek istedi ve Hideaki’yi buna zorladı.
İç savaş kızışmıştı. Mitsunari ve müttefikleri Sekigahara Meydanı’nda toplandılar. 1600 yılının Ekim ayında İyeyasu da bölgeye geldi. İki ordu arasında dar bir vadi vardı. Mitsunari ve müttefiklerinin ordusu İyeyasu’nunkine göre daha kalabalıktı. Hideaki ise Sekigahara Meydanı’na hakim bir noktada bulunan bir dağda mevzilenmişti. Mitsunari onun desteğinden emin olmak için Hideaki’nin karargâhına gitti. Ancak Hideaki hâlâ meselenin barışla çözülebileceğine inanıyor ve Mitsunari’nin hırsından rahatsız oluyordu. Ne de olsa Hideyoshi’nin yeğeniydi ve onun tahtı için yapılan bu savaş ve Japon birliğinin bozulması hoşuna gitmiyordu. Üstelik bu konuşma ona, geçmişte Mitsunari’nin onun ölmesini istediğini, oysa İyeyasu’nun hayatını kurtardığını hatırlattı. Ancak Mitsunari bunun geçmişte kaldığını ve zafer sonrasında Hideaki’yi kendi şansölyesi yapacağını söyledi. Bu konuşma sırasında Hideaki anlamıştı ki, Hideyoshi’nin küçük oğlunun büyüyüp iktidarı almasına kadar, denge oluşturmak Mitsunari’nin umrunda bile değildi. O, bütün iktidarı ve Japonya’yı istiyordu. Mitsunari’nin Hideaki’den tek istediği, işaret fişeği attığında yanında olmasıydı. Ama Hideaki’nin kafası karışmıştı ve İyeyasu’ya bir mektup göndererek hata yaptığını ve Mitsunari’nin yanında yer almayacağını söyledi. Şimdi, ordusu daha zayıf olan İyeyasu kaderini Hideaki’ye bağlamıştı. Başka da bir seçeneği yoktu, kendisine minnet borcu olan Hideaki’nin ona ikinci kez ihanet etmeyeceğini düşünüyordu.
İyeyasu ve Mitsunari’nin orduları Sekigahara’da 21 Ekim’de karşı karşıya geldiler. Hideaki ise tarafsız bir şekilde hakim tepede yerini almıştı. Aslında her iki taraf da umudunu tarafsız konumdaki Hideaki’ye bağlamıştı. Ama İyeyasu’nun ona daha çok ihtiyacı olduğu açıktı.
Savaş başladıktan sonra Hideaki tarafsız konumunu hiç bozmadı ve dağın tepesindeki yerini korudu. Savaşın ilerleyen safhalarında Mitsunari yavaş yavaş üstünlüğü ele geçirdi. Buna karşılık İyeyasu ihtiyat birliklerini ileri sürdü. İyeyasu’nun bu hamlesinin ardından, Mitsunari işaret fişeğini atarak Hideaki’nin yanında yer almasını istedi. Bunu gören İyeyasu, ordusunu Hideaki’nin kanat saldırısına hazır olması konusunda uyardı.
Ama o anda garip bir şey oldu. Tarafsız konumdaki Hideaki duraksadı. Onun karar veremediğini anlayan İyeyasu da savaş tarihinin en tuhaf kararlarından birini aldı ve Hideaki’ye ateş açtı. Kurmayları “Efendim, delirdiniz mi?” diye söylendiklerinde İyeyasu’nun cevabı gayet açıktı: “Şimdi taraf seçmek zorunda. Biri onu buna zorlamalı. Kaybedecek hiçbir şeyimiz yok.”
Bu, sıradışı bir kumardı. İyeyasu müttefik olmak istediği adama ateş açmıştı. Bunun sonucunda Japonya’nın tarihini değiştiren bir şey oldu. Hideaki, kendisine ateş açan İyeyasu’ya değil, Mitsunari’ye saldırdı. İyeyasu’nun düşündüğü olmuş, Hideaki’nin minnet ve şeref borcu baskın çıkmıştı. Neticede, büyük bir kumar oynayarak savaşın kaderini belirleyecek müttefiki kazanan İyeyasu, Shogun ünvanını elde etmişti.
18 Mart 2010 Perşembe
Yaban bu kez Profesörle dalaşıyor:)))
17 Mart 2010 Çarşamba
Yaşamı online ve offline diye ayıramayız.
Project House'da çok özel bir proje başlattık: DEEP TALK.
10 Mart 2010 Çarşamba
Yeni nesil pazarlamaya inandık; darısı yeni nesil yaratıcılığın başına.
7 Mart 2010 Pazar
Kedi sevmek ve demokrat olmak arasındaki ilişki
Dur dediğinde durmayan, gel dediğinde gelmeyen, sev dediğinde sevmeyen bu yarı-tanrı varlıkları sevenleri yıllardır ayrı takip ederim. Bu insanlar sadece hayvanlar aleminin özel bir canlısını sevme özelliğine değil, aynı zamanda canlı varlıkların kişilik özelliklerine saygı duyma gibi fıtrata da sahiptirler. Bu durum açık söylemek gerekirse köpek severlerle kedi severler arasında açık bir farklılığa işaret etmektedir. Sadece köpek sevip, kedilerden imtina edenlerin "ben öğrenmem, öğretirimci" olduklarını gördüm zaman içinde. Tabii her zaman olduğu gibi yine genellemeden bazı istisnaları ayrı tutmak gerekir.